top of page

TEK YAPMAM GEREKEN


ree

Ne zamandır yollardayım bilmiyorum. Oldukça uzun bir zaman olduğuna eminim. Tek başıma geçirdiğim yıllardan sonra artık tekerin yollarda bıraktığı iz gibi insanların kalbinde iz bırakmak için çıktım yollara. Belki birisini gülümseteceğim dedim belki de birisiyle oturup ağlayacağım. Böyle böyle çok zaman geçirdim yollarda. İnsanlar tanıdım ve hayvanları sevdim hiç bilmediğim. Şimdi yeni bir şehre doğru yola çıkmışken biriktirdiğim tüm anılar geliyor gözümün önüne. Yollar beni kucakladı bunca zaman ve dağlar insanlarla tanıştırdı beni. Yalnızlığın ne olduğunu da biliyorum kalabalık bir kalbin nasıl hafif olduğunu da.

Radyo sesi bozulunca frekansı değiştirmem gerektiğini anladım. Farklı bir kanal açtığımda bambaşka bir dilde şarkı çıktı karşıma. Haritada nereye gittiğimi biliyordum ama bu dil çok yabancı hissettirdi. Beğenip beğenmediğime karar vermeye çalışıyordum ki manzaranın büyüsüyle arabayı kenara çekmek için yer gözlemeye başladım. Akşam olmak üzereydi ve gökyüzü çoktan mavi rengi terk etmeye başlamıştı. Evim dediğim arabamı park edecek bir yer bulmam gerekiyordu. Biraz ileride dağa doğru yükselen bir yol gördüm, dağlara kıvrılan cinsten bir yola benzettim başta. Yolda gittikçe endişelerim artmıştı, dümdüz ilerliyordu ve beni manzaradan uzaklaştırıyor tehlikeli bir yola sürüklüyordu. Uzun bir günün ardından çok düşünmeden uyguladığım bu karardan şimdiden pişmanlık duymaya başlamıştım. Ama geri de dönemeyecek kadar yol almıştım çoktan.

Yaklaşık 15 dakika sonra bambaşka bir dağın tepesinde buldum kendimi. Görünürde yol burada bitmişti ve ileride ağaçların arasında evimi saklayabileceğim çok güzel bir alan vardı. Evimi yerleştirip ortalığı gezmek için arabadan indiğimde burnuma çok keskin bir koku çarptı. Kesinlikle kötü değildi ama şimdiye kadar duyduğum kokulara hiç benzemiyordu. Etrafı gezmeye başladım. Kimseler yoktu görünürde. Ne bir araba ne bir ev. Gözlerim tepenin aşağısına kaydı. Normalde yükseklik korkum olmamasına rağmen uçurum öylesine keskindi ki başım dönmeye başlamıştı. Ağaçların gizlediği bu masum tepe artık hiç de masum gözükmüyordu gözüme.

Hava hala tam olarak kararmamışken uçurum kenarından yürüyerek manzarayı keşfetmeye daldım. Daha önce görmediğim birkaç bitki vardı bu topraklarda. Renklerini tarif etmek o kadar imkânsızdı ki sadece göz alıcı diyebilirdim. Kuşlar akşamı daha da renklendiriyordu. Sesleri kulağıma o kadar huzurlu geliyordu ki bu his beni en son annemin kucağındayken ziyaret etmişti. Artık yemek yemem gerekiyordu ama bu koku, renkler, sesler... Hepsi birden beni bir anda cennetin kollarına bırakmıştı.

Aradan saatler geçti, saat çoktan gece yarısını geçmişti ama gözüme uyku girmiyordu. Bu tepede bir terslik vardı. Bütün bu huzur beni çarpmıştı ve imkânsız hisler beni endişenin kucağına bırakmak üzereydi. Hislerimi yoğun yaşayan biri olmasam da bugün hepsini teker teker saatlerce yaşıyordum. Önce mutluydum evime güzel bir yer bulduğum için. Ardından huzurla doldu içim. Ama şimdi... Endişenin pençesinde geziyordum. Ne oluyordu bu dağda böyle. Huzurum kaçmıştı ve yapacak işim kalmadığı için biraz dağ havası almayı düşündüm. Ayağımı kapıdan çıkarır çıkarmaz fark ettim ki araba yavaşça uçurumun kenarına sürüklenmiş. Bu tür bir eğimde arabanın uçuruma yaklaşması mümkün değildi. Ani bir hareketle koltuğa geçtim ve arabayı uçurumdan uzaklaştırdım. Bu saatte bu tepeyi ter edemezdim. Korkuyla saatlerin geçmesini bekledim. Ya birisi arabayı itti ya da şeytani güçler benimle alay ediyordu. Ne arabada duracak cesaretim kalmıştı ne de dışarıda oturacak. Günün ağarmasına daha saatler vardı.

Bir anda burnuma farklı bir koku geldi. Yanık et kokusu. Kuşkusuz uçurumun dibinden geliyordu bu koku. Belli ki yalnız değildim. Burada olduğumu bilen birileri vardı. Nasıl kaçabilirdim ki. Artık korktuğum için her ses ile ürperiyordum. Kafamın içinde insanlar adım adım bana yaklaşıyordu. Ya birisi arkamdan gelip boğazımı kesecek ya da iple nefesimi kesecekti. Gün doğumuna daha saatler vardı ve kahkaha sesleri duymaya başladım. Gözlerim ister istemez uçuruma kaydı. Oraya uzaktım ama bir his oraya yaklaşıp aşağıyı kolaçan etmemi söylüyordu.

Ne yapabileceğimi bilmez halde oturduğum kayadan usulca kalktım ve yavaşça yola doğru yürümeye başladım. O uçurumun dibinde ne olduğuyla o kadar ilgileniyordum ki kuzgun sürüsünün bir köşede dik dik beni izlediğini fark etmemiştim. Sanki kendi aralarında beni çekiştiriyorlardı. Birbirlerine benden bahsedip sessiz sessiz gülüyorlardı. Doğa benimle alay ediyordu ve benim elimden tek gelen sadece biraz daha uzağa oturup şafağın sökmesini beklemekti.

Kulaklarımı tırmalayan çığlıklar duymaya başladığımda uykuma yenik düşmek üzereydim. Bir anda gözlerimi açtım ve kendimi yine uçurumun kıyısında buldum. Oturduğum kaya yaklaşık 30 metre ötedeyken şimdi 1 metre yakınındaydı. Çıldırıyor olmalıyım diye düşündüm. Ama yanık et kokusu beni doğrular nitelikteydi. Birileri burada olduğumu biliyordu. Kaçmamın bir anlamı olmayacağını düşündüm. Güzel bir manzara izlemek için çıkmıştım sonuçta bu dağa. Şimdi bana ürpertici manzarasıyla kucak açan uçurumu suçlayamazdım. Tek yapmam gereken kendimi bırakmaktı. Manzaranın içine doğru süzülmekti tek ihtiyacım olan. Deneyimlemediğim hiçbir şey kalmamışken kendimi bırakmaktı ölümün kollarına, tek yapmam gereken.

Comments


bottom of page