top of page

BİRBİRİNİ BEKLEYEN İKİ GÖNÜL


ree

Bekleyenin kazandığı bir aşk hikâyesi…

İçimizi ısıtan güzel sonlu bir aşk hikâyesi…

Tam 1.5 yıl sonra yeniden onu görecek olmamım heyecanıyla dolup taştı yüreğim. Eteklerim zil çala çala gittim o sabah havalimanına. Sabahın sekiziydi. Daha gelmesine çok vardı ama içim içime sığmıyordu ki. Nasıl beklerdim evde? Havalimanını baştan aşağı gezdim. Yeniden keşfettim her yerini. Bugün hasretlik bitecekti. Belki de artık söyleyebilecektim her şeyi. “Çok beklettin, iyi ki geldin,” diyecektim. Ben bunları söyleyince belki o da bunca zaman, içinde tuttuklarını söylerdi. Emindim onun hislerinden. Dilinden düşmese de gözleri anlatırdı her şeyi. Bilmem ki! Belki de bana öyle gelirdi. Böyle hissetmek beni mutlu ederdi. Ama lisedeyken de, üniversitedeyken de hep yan yanaydık. Benim onu başka türlü sevdiğimi anlamamış olması imkânsız geliyordu bana. Baktığım her yerde o, konuştuğum her sözde o, söylediğim şarkılarda, dinlediğim ezgilerde, akşam yıldızlı gökyüzünde, sabah güneşli penceremde hep o vardı. Her zaman konuşurduk, hayaller kurardık. Onun hayalleri çok büyüktü. Buradan, İstanbul’dan gidip yurt dışında yaşamak istiyordu. Benimse hayallerimde hep o vardı. Zaman zaman içime bir bıçak gibi saplanırdı onun gitme hayali. Ya gerçek olursa? Onu bir daha görememe hissi bile kötü ederdi beni. Ayrı kalmayı hiç istemezken 1.5 yıldır ayrıydık. “En yakın iki arkadaştık hala.”

Üniversite bitince “staj için gideceğim” dediği o yurt dışı sevdası gerçek olmuştu. Ve sonunda istediğini yapmıştı. 1.5 sene oldu onu görmeyeli. O gittiğinden beri çok görüşemedik telefonda. Herhalde işleri çok diye düşünüyordum hep. Toz kondurmazdım ona asla. Her şeyin en iyisi ondaydı. Gözlerim bi onu gördü, herkese körleşti; kulaklarım bi ondan duydu adımı, herkese sağırlaştı. Ve ben içimdeki umudu hiç bitirmedim. Benim sevdiğim kadar onun da beni sevdiğine inandırdım kendimi. Çocukluk dediğim çağda tanıdım onu. Hem kapı komşusu, hem üniversite arkadaşı. O kadarı… Ama ben hep bir gün beni farklı sevebileceği ümidiyle yaşadım. Okuduğum kitaplardaki kahramanları ona anlatırken aslında öyle olmasını istediğimin mesajını verirdim ona. Adam sevdiği kız için senelerce beklemiş, sevdiği kız için sayısız gülleri sermiş yollarına, sevgisini şiirlere dökmüş… Daha niceleri ama ben bunları ona anlatırken kitapların sıkıcılığından dem vururdu o. Benim gördüğüm gökyüzü masmaviydi ve içinde yine o vardı. Onunsa gökyüzüne baktığında tek gördüğü onu bir gün bu şehirden götürecek uçaklardı. Denizler, bana gidenlerin geri dönüşteki mutluluklarını hatırlatırdı; ona ise mutluluğun kaçıp kaçıp kurtulmakta olduğunu. Taban tabana zıttık aslında. Nasıl olmuştu da gönlüme düşmüştü bilemedim. Aşkın kendisi zaten bir bilinmezlik değil miydi? O gelene kadar içimi hep yazılara döktüm. Her gece yazdım. Benim için bütün yollar ona çıkıyordu. Her yerde o vardı. Beraber okul kantininde içtiğimiz çayın tadı hiçbir yerde yoktu. Sahilde gezerken dinlediğimiz müzikler o yanımdayken başka bir anlam taşıyordu.

İşte yine anılar anılar… Beni hiç bırakmayan bir geçmiş var. Bekleyedurdum havalimanında gelene kadar. Haberi yoktu aslında bekleyeceğimden. Kimsenin haberi yoktu. Onun ailesi annemlere söyleyince geleceğini ben de kendimce ona sürpriz yapmak istemiştim. Oysa neyin sürprizi olacaktı ki? Giderken yanağıma konan bi buseydi aslında beni buraya getiren. O buseye çokça anlam yüklemiştim ben. Oysaki arkadaşça bir vedaydı belki de… Yüreğim nasıl bilmek istediyse, ne anlamak istediyse öyle oldu o gün ve ben o busenin bir gün, daha fazla anlam taşıması ümidiyle beklemeye geldim.

Uçak havaalanına indiğinde çok uzaktan görmüştüm onu ama nasıl unutur ki insan sevdiğinin yüzünü, hemen tanımıştım. Koşup sarılayım istedim o an. Birden olsun her şey. Birden söyleyeyim “her gün bekledim, seni hoş geldin.” Birden anlasın onu sevdiğimi. Bu düşünceleri gerçekleştirmeye ramak kalmıştı ki ayaklarım adımlarını geriye attı. Yanlış görmemiştim evet. Harun’un yanında bir kız vardı. Ne bekliyordun ki diye kendi kendime söylenerek oradan uzaklaştım. Onca telefon görüşmeleri, onca mesaj boşuna mıydı? Tamam“seni seviyorum” demedi hiç. Bunları konuşmadık ama böylesini de hak etmedim ben. O kadar yakın davrandıktan sonra neydi şimdi bu gizemli kız. Onlardan önce evde olmaya gayret ettim. Baş ağrısı bahanesiyle odama geçip hüngür hüngür ağladım. Ablam fark etmişti halimi.

“Senin sabah sabah havaalanına gittiğini biliyorum Cemre. Ne oldu? Harun’u gördün mü geldi mi?” dedi.

Anlattım ona gördüklerimi. Belki arkadaşlardır diye teselli etmeleri başladı ablamın. Ama hiçbir şeye inanasım yoktu. Bir hayalim vardı, bin parça olmuştu bu sabah. Akşam çaya çağırdı Hafize Teyze annemleri. Harun geldi diye çeşit çeşit tatlı yapmış. Çok sevdiği komşusunu da çağırmıştı tabi. Ailelerimiz birbirini çok severdi. Aslında hepimiz birbirimizi severdik, iyi de anlaşırdık. Yalnızca benim Harun’a olan sevgim her şeyden herkesten başkaydı. O akşam bahaneler üretip gitmedim oraya. Tekrar onu ve kız arkadaşını görmek istemedim. 4 gün boyunca kaçtım hep onunla yüz yüze gelmekten. Sürekli ablama beni soruyordu, görüşmek istediğini söylüyordu. Kapıya gelip hep eli boş dönüyordu. Kendince en yakın arkadaşını merak ediyordu. Belki de beni o kızla tanıştırmak istiyor diye düşünmeye başlamıştım artık. Ne de olsa samimi arkadaştık ve hayatına biri girdiyse elbette benimle tanıştırmak isterdi. Buna hiç de hazır değildim. Ve 5. gün artık dayanamadı. Defalarca aradı, mesaj attı ve bahçeye çıkmazsam beni görmeden kapıdan gitmeyeceğini söyledi. Annem ve babam yanlış anlamasınlar diye kalbim küt küt ata ata çıktım bahçeye.

“Eee şükür küçük hanım. Yıl oldu be görüşmeyeli, böyle mi karşılanacaktım ben? Gelirsen şöyle yaparız, böyle yaparız diye anlatan sen değil miydin telefonda? Ne oldu, hayırdır? Artık görüşmeme kararı mı aldık? Ya yurt dışından geldim ben kaç kilometre yoldan. Hadi karşılamaya gelmedin tamam da eve de mi gelmez insan bi hoş geldin demeye.” dedi.

“Geldim.” dedim. “Seni karşılamaya geldim havaalanına.”

“Nasıl geldin? Madem geldin niye görüşmedik, ne oldu da çıkmadın karşıma?”

“Çıkamadım.”

“Cemre Allah aşkına yapma ya! Bak bunca senelik arkadaşlığımız var. Anılarımız, geçmişimiz. Ne oldu da değiştin böyle? Neye kırıldın, üzüldün de çıkmadın karşıma?”

“Sizi gördüm ve karşına çıkmaktan vazgeçtim. Her şeyi söyleyecektim oysaki cesaretimi toplayıp gelmiştim seni karşılamaya ama olmadı.”

-Bi dakka, bi dakka… Sizi derken? Kimle gördün beni?”

“Sen ve o adını bilmediğim bir kız. Yanında getirdiğin hatta şu an sizin evde olan.”

“Ne olmuş o kıza?”

“Bilmem artık ne olmuş, yurt dışından onunla geldiğine göre bir şeyler olmuş besbelli.”

“Bu muydu yani tek derdin? Yanımdaki kız?”

“Ne münasebet canım, yani sen benim arkadaşımsın nihayetinde şey için işte şey…”

“Geveleme Cemre istersen. Sen önce söyle bakalım havaalanına gelip de bana söylemek istediklerin neydi?”

“Önemsiz şeyler.”

“Önemli ki seni sabahın köründe oraya dikip bekletmiş saatlerce.”

-Nerden biliyorsun saatlerce beklediğimi?”

“Seni biliyorum Cemre seni.” dedi ve konuşmasına devam etti Harun:

“Buradan gitmeden önce sana söylemek istediğim şeyler vardı. Kendimden çok emin değildim ve biraz da reddedilmekten korktum. Seninle olan arkadaşlığım bende farklı anlamlar kazandı Cemre. Sen hayatımdaki kimse gibi değildin. Seninle mutluydum her an. Evde, bahçede, okulda, sahilde, kafede ve o hiç istemediğim kitapçılarda bile… Bunu derken yüzünde gülümse meydana geldi. Kitaplara ben kadar ilgili değildi. Ve sonra,“bekle biraz Cemre.” diye koşup eve gitti. Bir kutu ile geldi yanıma. “Sen yokken seni daha iyi hissedebilmek için senin en sevdiğin kitapları okudum ve altını çizdim. Sana getirebileceğim en güzel hediye budur diye düşündüm, eğer kabul edersen.”

Şaşkınlıktan dilim tutulmuş gibiydi. Zor konuşuyordum.

“Harun, ben gerçekten anlamıyorum. Şimdi sen, benim sana olan hislerimi bildiğini, anladığını mısöylüyorsun? Üstüne üstlük sende beni sevdiğini söylüyorsun. Ee, o zaman parmağındaki o yüzük ne, yanındaki o kız kim? Gerçekten anlam veremiyorum.”

-“O kızın kim olduğunu anlatırım ama önce şu küçük kutuyu aç.” Bir yüzük kutusuydu verdiği. İçinde tek bir yüzük vardı. Ve devam etti konuşmasına:

“Ben ordayken kendime bi söz verdim. Sen kabul edersin etmezsin bilemedim ama hislerime güvendim. Bu yüzüğü parmağımdan hiç çıkarmadım, seni de aklımdan. Buraya tekrar gelişimde eğer kabul edersen bu yüzüğün tekini senin takmanı isteyecektim. Birbirimize sözümüz olsun diye. Sence de bunca zaman çok bekletmedik mi birbirimizi? Hep uzaktan ama öylesine de yakın sevmedik mi birbirimizi? Elini tutmadan, gözlerinin içine uzun uzun bakmadan seven bu adam, eğer iznin olursa bu yüzüğü parmağına takıp o eli sımsıkı tutmak istiyor. Bir daha bırakmamak adına.”

O ana şahitlik eden gözyaşlarım konuşabilse de anlatsa hislerimi. Çünkü benim lügatimdeki kelimeler kifayetsiz kaldılar. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Şaşırıp kalmıştım. Bir hafta kendi kendime boş yere kâbus yaşatmıştım. Yüzüğü aldım, yüreğimden geldiği gibi taktım parmağıma. İlk defa gözlerine uzun uzun baktım; ağladım, ağladım. O an hiç bitmesin istedim. Zaman dursun istedim. Ve aklımdaki o soruyu sordum:

“Her şey iyi hoş ama hala söylemedin o kız kimdi?”

“Yurt dışında bir Türk şirketinde çalıştım. Sağ olsunlar yaptığım işleri çok beğendiler. Türkiye ile ortak çalışma alanı açmak, benim de onlara ortak olmamı istediler. Bunun için Türkiye’ye gelecektik müdürümle. Ama son anda başka işler çıkınca müdürüm birkaç gün daha orada kalmak zorunda kaldı. Mine Hanım, yani yanımda gördüğün kadın da onun eşi. Müdürümün eşiyle yolculuk yapmak ve onu evimde misafir etmek sorun olmasa gerek.” dedi ve yine gülümsemeye başladı. Hüzün, sevinç, şaşkınlık bir aradaydı bende, kıpkırmızı olmuştu yüzüm utancımdan.

-Eee hadi artık onunla tanıştırayım seni, kadın kaç gündür seni soruyor, bir şey diyemiyorum.”

“Ne diye soruyordu ki beni?”

“Şu dilinden düşürmediğin, hayatına anlam katan, sesini duyduğunda gözlerinin içini güldüren, seni senden alan, her gün uğruna kitaplar okuduğun, göremeden çok sevdiğin, sende derin izler bırakan, sevdasını iliklerine kadar hissettiren şu kızı bir göreyim diyor.”

Merve can











Comments


bottom of page