top of page

AĞLATAN YAĞMUR


ree

Hava kurşun gibi ağır,

Bağır bağır bağırıyorum…

Genç adam, parkın en güzel köşesindeki ağaç altında bulunan banka oturmuş kitap okuyorken alnında bir ıslaklık hissetti.

Pıt… Pıt…

“Offf! Tam oturmuş keyifli keyifli kitap okuyorken nereden çıktı bu yağmur?” dedi.

Pıt… Pıt… Bir damla daha.

“Allah Allah, hava güzel, bulut bile yok. Bu yağmur da neyin nesi?” diye kendi kendine konuştu.

Genç adam merakla kalktı, etrafa bakındı. Tekrar ağacın altındaki banka oturdu, okumaya devam etti. Bu sefer kitabının üzerine bir damla düştü. Genç adam sinirlendi. Gözlerini ağaca kaldırdı. Şaşırdı. 7-8 yaşlarında bir çocuk vardı ağaçta. Öylece oturmuş ağacın tepesinde ağlıyordu.

“Heyyy! Çocuk, ne işin var ağacın tepesinde?” diye bağırdı.

Çocuk ağlamaya devam ediyordu. Genç adam,

“Hişşşşt, sana söylüyorum. Gözyaşın kafama, kitabıma düşüyor. Yani rahatsız oluyorum. İn de bi anlat derdini. Şu ağlamayı kes de gel anlat.” dedi.

Çocukta hiç hareket yoktu. Sinirlenen adam kalktı banktan, ağaçtan çocuğu alıp yanına oturttu.

-“Hey ufaklık adın ne senin? Ne yapıyorsun burada? Annen baban nerede?”

Çocuk baba kelimesini duyunca ürperir gibi oldu. Biraz uzaklaştı genç adamdan. İyice merak etmeye başlamıştı genç adam. “Bu ufaklık bir yaramazlık yaptı da babası kızdı, sonra da evden çıkıp buraya mı saklandı acaba?” diye düşündü. Çocuğun gözyaşı hiç durmuyordu. Genç adam devam etti:

“Bak eğer söylemezsen polisi aramak zorunda kalıcam. Onlar seni alıp ailene götürür. Ben uğraşamam.” dedi.

“Hayır, hayır abi tamam. Duam bitti. Gidiyorum şimdi.”

Anlayamamıştı genç adam. Sabah sabah neyin içine düşmüştü böyle. Kendi kendine söylenmeye devam etti. Sonra başladı tekrar:

“Ufaklık ne duası ağaç üstünde?”

“Yağmur duası abi.”

“Yağmur duası mı?” diyip güldü genç adam. “Hayırdır be çocuk? Evde çoluk çocuk aç- susuz mu kaldı? Ne bu yağmur sevdası, yağmuru çok mu seviyorsun?”

“Yooo ben yağmuru değil, yaz mevsimini, güneşi severim.”

“Eeee ne işin var o zaman ağaç tepesinde yağmur duası ile?”

“Köyde yaşarken anneannem yağmur yağmadığı zaman bizi köydeki en büyük ağacın altına götürürdü. Bize öğrettiği duayı okurduk beraber. Sonra yağmur yağmaya başlardı. Valla bak abi. Yağmur yağardı. Anneannem inanarak ettiğin dualar kabul olur derdi.”

“Tamam, ufaklık onu da anladık. Ama senin yağmurla ne işin var?”

“Babamın işleri birkaç gündür kötü. İnşaattan çağırmıyorlar artık onu. Geçen ay ayağını kırmıştı da. İyi çalışamıyor diye onu işe çağırmıyorlar. Bizim oturduğumuz gecekondu mahallesinde bir yokuş var. Yokuşun tam tepesinde de bir fabrika var.”

“Ufaklık, tatlı çocuk. Bunları öğrenmeme gerek yok. Merak ettiğim yağmurla senin olan alakan. Bir an önce söyle de sen yoluna git ben de yoluma. Zaten yeterince vakit kaybettim.”

“Dur abi. İşte yağmur yağdığı zaman sular o fabrikanın bahçesinden demir, çivi falan getiriyor yokuşun aşağısına. Benim 5 yaşında bir kardeşim var. Onunla topluyoruz çivileri, demirleri demirciye satıyoruz. Biraz para geçiyor elimize. Kaç gündür yağmur yağmadı. Fabrikaya gittim ama beni bahçeden kovdular. Ben de yağmur istiyorum Allah’tan, sular demirleri bize getirsin diye. Neyse duam bitti abi. Annem bekler beni. Hoşça kal. Ağaçtan inmeme yardım ettiğin için de sağ ol.”

Genç adam, “sen de sağ ol” bile diyemedi. Dakikalar boyunca çocuğun arkasından bakakaldı. Hiçbir şey diyemedi. Oturdu tekrar banka. Gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Ağlaya ağlaya ufaklık için dua etti. Eve dönüş yolunda düşüncelere dalmış ilerliyordu ki…

Pıt… Pıt…

Yağmur damlaları genç adamın yüzünden tüm vücuduna yavaş yavaş yayılıyordu.

“Ufaklık bugün bayram edecek.” dedi içinden.

Gökyüzüne kaldırdı başını. Ağlayarak Allah’a teşekkür etti. Yağmurun ağlatanını ilk kez o gün görmüştü.

MERVE CAN














Comments


bottom of page